“Akıl, felsefede kavram oluşturma ve bunlara göre hükmetme kapasitesidir.”
İnsan zihninin sonu olmayan kavramsal düzleminde ortaya çıkan birçok ve farklı kimliklere bürünen kavram bütünleri bile aslında insanoğlunun sonsuzluğuna işarettir. Başka bir deyişle, aklın diyebiliriz. Yüzyıllar boyunca, farklı ırk, milliyet, cinsiyet, algıya sahip, her insan kavramsal düşünce sistemi adı altında çalışmalar yapmış, bir kısmı konuyu derinleştirmiş, kuramlar, teoriler ortaya atılmış, bir kısmı günümüze kadar gelebilmiş, fakat bir kısmı fikir babası ile yok olup gitmiştir.
Zaten hayatta kalabilen, fikirler ve ya kuramlar bütünü tamamıyla, kodlanmış olan fikirlerin ve oluşumların insanların algısıyla yeniden modifiye edilip, beynin kodlanan kavramsal olguyu çözmesi sonucu sonsuz düzlemde kendine yer edinmesidir, aslında. Aynı zamanda, insanoğlunun dur durak bilmeyen egemenlik ve otoriter olma hırsı çoğu zaman, akla egemen olmayı bir hedef olarak belirlemiş ve bu hedef uğruna birçok fikir ve dogmatik düşünceleri insanlara enjekte etmiştir. Gerek din, siyaset, eğitim, günlük hayat, iş yaşamı, özel hayat, seks. Sahip olduğumuz yaşamın bir parçası olan ve her an birçok farklı fikirlere maruz kaldığımız durumlar arasında yer almaktadır. Bu durumlarda, karşımızdaki insana veya bize karşı bazı fikir aşılaması veya kabul ettirilmesi adına bir takım ikna yolları denenir. Çoğu zaman fikir başarılı şekilde kabul ettirilirse, kişinin aslında tutum ve davranışlarını modifiye etmesi konusunda ciddi söz sahibi olduğumuz söylenebilir.
Richard Brodie’nin kitabı olan “Akıl virüsleri” de bir bakıma, günlük hayatta maruz kalınan birçok farklı ve dogmatik fikrin aslında tutum ve davranışsal olarak zayıflama eğiliminde olduğumuzu, insanları düşünmekten çok hazır kalıplaşan ve toplum tarafından detaylandırılmamış normlara sorgulamadan alıştırıldığımızı, düşünce sistemimizin köreltilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğu üzerine yoğunlaşmaktadır. Aynı zamanda, bilinçaltımızda oluşan ve gelişen birçok fikir akımlarının kontrolümüze geçmesini ve hassasiyet noktamızın belirlenmesinde, öz benliğimiz ile karar vermemiz gerektiği öğütlenmekte. Başka bir deyişle, ortamda binlerce tür hastalık var. Hasta olmamız imkansızdır fakat bir çaba gösterebiliriz. Her neyse, kişisel gelişim kategorisi altında sunulan bu eser, amacı ve içeriğiyle tutarlılık göstermekte. Bu yüzden, kitap oldukça faydalı ve amaca uygun olduğunu düşünüyorum. genel olarak, kitap bir giriş ve 12 bölümden oluşmakta bunlar giriş aklın buhranı, memler, akıl ve davranışlar, virüsler, evrim, memlerin evrimi, seks: tüm evrimin kökü, hayatta kalma ve korku, nasıl programlandık?, kültürel virüsler, dinin memetiki, tasarımcı virüsler (bir kült nasıl başlatılır), virüslerden arınma olarak belirtebiliriz ayrıca her bir başlık alt kırılışları ile daha da detaylandırılmış. bazı kısımlarda, konuya yabancı olan kişiler için sıkıcı görünse de gayet akıcı olduğunu söyleyebilirim. İlginçtir ki, aslında her bir fikir ve bakış açısına kendimizi açtığımızda fikir bombalarına karşı koymamızı öğütleyen kitabın bizi başka memler ile bizi donatması da ironi bir durum. Tabii, bu memler her ne kadar olumlu olarak görünse de, bakış açısı ve algısal düzlemde yorumlar çeşitlilik göstermesi de cabası. Uyarı kısmında yer alan yazıda bunu çok net ifade edildiği de görülmekte.
Aklın buhranı, yada başka bir deyişle aklın bunalımı. İlk göze çarptığında aslında insanların akılları binlerce, milyonlarca ve ya milyarlarca bilgiyi, sınırsız düzlemde gerekli gereksiz birçok tecrübe edinilen kavramı yerleştirmiş olması olarak düşünülebilir. Aslında, bizim günlük hayatımızda kullanmayacağımız bir yığın gereksiz bilgi ile doldurulan beynin bir zaman sonra buhrana esir düşmesi son derece normal karşılanması gereken bir durum değil midir? Algıya ve yıllanmış olan kişilik olgusu, hayata bakış açısı cevabın boyutunu değiştirebilir. Neyse, bu buhran ve aklın isyanı çoğu zaman büyük kayıplara ve akıl dediğim sonsuz düzlemdeki düzenin bozulmasına varan büyük bir kargaşadır. Yazar, aklın buhranı başlığı altında güzel bir alıntı söz ile başlamıştır konuya. “İnsanın aklını kaybetmesi ne acı, akılsız olması ise ne büyük bir kayıp.” Büyük servetimizin paydaşı olan aklımızın düzenini kaybetmesi, boşa harcanması yitiriliş sürecinde bir boş vermişlik ve mağlubiyetin haberini bizlere yaklaştığını simgeliyor. Söz konusu akıl olunca, bir çok bilim dalı kendi içinde akıl kavramını yorumlamış fakat ortak payda ‘ya ulaşmak mesele olmuştur. Bu durumda, ortaya çıkan Memetik adlı yeni bilim, disiplinler arası bilim dallarını bir araya getirerek yeni bir akımın öncüsü olmaya başladığının müjdesini vermekte. Tabii, konu kendini yenileyen, devamlı değişen, ve yeni kuramlar ortaya atılan bilim dalları olunca, evrim fikrinin babası olan Darwin’e de atıfta bulunarak memetik akımının öncüsü olarak ifade etmeyi de es geçmemiş.
Özetle, memetik bilimi, evrimi temel alan, devamlı değişen düşünce sistemi ve fikirlerin insanlar arasındaki geçiş ve fikirlerin hayatta varoluşunu sürdürme çabası içerisinde iken yaşadığı değişimleri, başkalaşımları ve yenilenmeyi esas alıyor. Evrim kuramının köküne indiğimizde zaten bu bahsedilen düşüncenin ne kadar tutarlı bir işbirliği yaptıklarını görmek zor olmasa gerek. Her ne kadar, evrim ile akıl virüsleri evrim geçirse de çoğu zaman, paradigma yani değerler dizisi kayması yaşamaktadır. Çünkü, Dünya’da hiçbir kavram daima kalıcı bir tanıma, ifadeye ve değer yargısına sahip olamaz. Örnek olarak, dünyanın eskiden kare olarak farz edilmesi fakat araştırmalar sonucunda yuvarlak olduğu ortaya çıkması bile insan aklındaki değerler dizininde, ciddi boyutta kaymalara neden olmuştur. Bu duruma başka bir örnek olarak ise, özellikle din konularında, diğer dinlere ilgi duyan insanların kabul ettikleri dogmatik düşüncelerin, agresif karşı çıkan bir görüş karşısında cevapsız kalması da olarak söylenebilir. Kitap, temel olarak bazı olgunlaşmış ve oturmuş fikirler yanında, bir anlam ifade etmeyen ve insanların aklını karıştırmak ve zora çekmek üzere programlanmış olan akıl virüslerinin tehlikesi altında olduğunu uyarmakta ve olası bir kaza anında bu virüslere karşı alınacak önlemler dizini hakkında genel bir bilgi vermekte. Başka bir deyişle, aklın virüsler tarafından ele geçirilip, akılcı olmayan, önceden programlanmış bir aklı teslim etmek baştan kabullenilmiş bir mağlubiyet olarak görmekte. Eminim ki, kimse mağlup ve mutsuz olmayı istemez. O zaman, aklın tutarlı duruşuna düşman olan bu virüsler hakkında çalışma yapan bilim dalına bir şans vermemiz ve sonucunda virüslerden arınma yolları hakkında donanıma sahip olma fikri hangimiz için kötü ki? Denemeye değer bence.
Bölüm 1: Memler
“Mutlak doğru yoktur; Bütün doğrular yarım doğrudur. Bunlara mutlak doğru olarak muamele etmek insanı mahveder.” Kesin bir yargı olmaması ve mutlak doğruluğun olmayışı fikri yüzünden dogmatik düşünceler ile ters düşmesi yıllardır gözlemlenen bir durum. Aslında, doğrularımızı sorgulamak, daima yenilenmeye ve fikirlerin evrim geçirmesine yol açar. Sabitlenen ve değişimine engel olunan doğru bilinen düşünceler daima daha güçlü karşıt fikir karşısında zayıf düşecek ve bizi mutsuzluğa sürükleyecektir. Fikirlerde ve düşüncelerde evrimleşmeye izin vermek aslında ayrıntıda olarak bizi daha ileri götürse de, genel çerçevede çevremizdeki insanlara memleri yaymamız ve olası akıl virüsleri tehlikesine karşı daha donanım kazanmalarına yardımcı olmaktadır. Peki, nedir bu mem? Neden yazar bu kadar mem üzerinde durmuş ve kafa yormuştu acaba? Kısaca açıklamak gerekirse, mem, yada daha net bir ifadeyle kültürel birim olarak ifade edilebilir. Tabii, farklı disiplinlerde farklı şekillerde ifade edilse de sonuç olarak mem en yalın haliyle, “zihindeki varlığıyla, başka zihinlerde kendi suretlerini oluşturmak gibi olaylara yol açan bir bilgi birimidir.” Mem fikrine en güzel örnek olarak, bir kavramı tanıtırken, ilişkilendirdiğimiz olgular akılda kalıcılığını arttıran unsurlar arasında yer almakta. Daha net bir ifadeyle, bir müziği sözlerle tanımlarken çıkardığımız sesler ve kullandığımız ifadeler örneğin da da da dediğimizi varsayalım, daha sonra da da da ritimleri geçen müziği dinlediğimizde, aklımıza bahsedilen “da da da” ifadeleri geldiğinde bu bir “mem” olmuştur artık. Bir fikri, düşünceyi beyin hücreleri ile iyi ilişkilendirirsek, kendi beynimizde programladığımız memler görevini başarıyla tamamlamıştır ve diğer bireylerin aklına doğru yol almaktadır. Tabii, bu memler yayılma hızına bağlı olarak, iyi olarak ifade edilebilir. Fakat, iyi mem demek, ilk bakışta olumlu olarak izlenim yaratsa da, aslında yayılma hızıyla alakalı bir durumdur. Tabii, memler yayılma hızı dışında hizmet ettikleri fikre göre “Akıl virüsü” olaraktan ifade edilebilir. Çünkü, bu mem insanın iç dünyasına tesir ederek, tutum ve davranışlarını değiştirecek kadar güçlüdür.
Daha önce bahsettiğim gibi, kontrolsüz ve donanımsız akıllar virüs tarafından ele geçirilir ve sorgulanmadan tutum ve davranışlara hükmetmeye başlar. Böylece, insan tamimiyle virüslerin kontrolüne geçer. Empoze edilen fikirler ile yönetilen bir bedenin, özgürlük ve irade konularında söz sahibi olmak isteme hevesi ironi bir durumdur ve çok tutarlı bir duruş sergilemeyecektir. Tekrar demekte fayda var, yazar burada aslında, sahip olduğumuz fikirler ile bize empoze edilen fikirleri sorgulamamızı ve mantığımıza ters düşmesi halinde etkisini azaltacak bir panzehir geliştirmemizi öğütlemektedir.
Bölüm 2: Akıl ve Davranışlar
“İster edebiyatçı olsun, ister müzisyen, ister mimar, isterse başka bir şey, insanın mesleği kendi portresidir.” Her birey kendini farklı yollarla veya şekillerde ifade etme yoluna gider. Kelimelerle arası iyi olan birinden, resim yapmasını istemek o kişinin, özgür ifadesini dara iter ve daima bir şeyler eksik kalacaktır. Bu yorumdan yola çıkarsam, akıl ile belirlenen davranışlarda aslında bir anlamda kişinin kendi portresini yaratırken yararlandığı kavramlarıdır diyebilirim. Memler de aslında akıl ile şekillenen davranışlar gibidir. Memler insanların zihinlerine ve dolayısıyla davranışlarına tesir ederek yayılırlar, böylece nihayet mem başkasına da bulaşır. Eğer mem beynimizde yer edindiyse muhtemelen davranış ve tutumlarda değişimlere neden olacağını söylemekte mümkündür. Şüphesiz ki; hayatta kalabilmek için devamlı evrim geçiren içgüdüler vardır. Nedir bunlar? Beslenme, nefes alma, uyuma ve benzeri şeylerdir. İnsan içgüdüleri önemlidir çünkü onlar memlerin evrimleşme sürecinde önemli rol oynamaktadır.
İnsanların içgüdüleriyle tutarlılık gösteren memlerin başka zihinlere transferi daha yüksek başarıya sahip olacağı şüphesizdir. Sadece insanlar ile sınırlandırmak ne kadar doğru? Bence içgüdü sahibi her canlı diğerlerini taklit ederek veya örnek alarak memleri aklına kabul eder ve davranış değişikliğine kadar gidebilir bence. Bu konuyla ile alakalı Uğur Batı’nın stratejik marka yönetimi adlı kitabında okuduğum örneği paylaşmak isterim. Pasifik Okyanusu’nda olan binlerce bağımsız ada yer almakta. Bu adalarda Macaca Fuscata türü Japon maymunları yaşamakta. Araştırmada maymunların içindeki davranışları 30 yıl kadar bir grup bilim insanı tarafından incelenir. Bu süre içinde bilim adamları onları kumların üzerine bıraktıkları tatlı patates ile beslerler. Maymunlar, bunu beğenir fakat kumlu olması onları rahatsız etmektedir. Fakat uzun bir süre kumlu da olsa yemeye devam ederler. Sonuç olarak, patates tatlıdır. Bir gün on sekiz aylık İmo isimli dişi bir maymun, patatesleri su birikintisinde yıkar ve sonra yemeye eğilim gösterir. Daha sonra bunu bütün ailesine öğretir. Ardından, yakın çevresindeki diğer maymunlarda bunu öğrenir ve onlarda İmo’yu örnek almaya başlar. Örnekte gördüğümüz gibi, kitap -her ne kadar insan ile sınırlandırsa da -, içgüdüleri ile hareket her canlı aslında birer mem transfer edenlerdendir. O kadar etkili bir mem ki, yüzlerce maymuna ulaşmış ve tutum ve davranışlarına etki edebilmiştir. Bu mem görevini başarıyla yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Bir diğer konu ise, nasıl programlandığımız olarak ifade edebiliriz. Çünkü, her ne kadar içgüdülerimiz ile hareket etmek istesek bile toplumun önceden belirlediği norm paketine uyum sağlama gereksinimimiz, sosyal baskıyı düşününce aslında toplum memlerini akıl virüsü olarak adlandırabiliriz. Çünkü, hazır norm paketini sorgulamadan, soruşturmadan kabullenmemizi beklemek ve diğer insanlara yayılması isteği başlıca tutum ve davranış sınırlayan bir virüstür.
Ayrıca, yazar, memleri de kendi içlerinde farklı sınıflara ayırmıştır. Ayırım memleri – aslında birer insan zihninin geliştirdiği bir mem türüdür. Evren gözünden baktığımızda hiç birimizin bir ayrımı yoktur. Sadece, insanların birbiri arasında farklılıkları ortaya çıkarmak için ortaya sürdükleri memler bütünüdür diye ifade edilebilir. Strateji memleri – Yol gösterici, ne yapılması hakkında “Akıl J” veren ve doğru yerde uyulması neticesinde bize olumlu sonuçlar sunacak memler olarak ifade edilir. Trafik levhaları, inşaat alanında bulunan uyarı levhaları vs. Bağlantı memleri ise reklamcıların özellikle kullandığı bir mem türüdür. İki farklı olguyu birbiri ile ilişkilendirerek daha fazla akılda kalması amaçlanır ve başarılı olur da. Erkekler için seks, kadınlar için eşsiz bir görünüş olgusunu kendi ürünleri ile bağdaştırarak, bir anlamda, o ürüne sadakati arttıracak mem ortaya atarlar. İyi mem olarak ifade edebiliriz çünkü yayılma hızı, mesaja maruz bırakılan mecra sayısı ve frekansı oldukça yüksek seviyelerde olunca sonuç şaşırtıcı olmayacaktır. Sonuç olarak, memler çeşitli amaçlar ile programlanmış ve yaşamını diğer insanların zihinlerine yayılarak ve çoğalarak soylarını sürdürmeye çalışır. İyi ve ya kötü olma şartı yoktur, ne hissettireceği ve algıya göre farklılık gösterip göstermeyeceğini göz önünde bulundurmazlar. Asıl olay, bu kadar farklı ve yayılmaya meyilli olan virüslere karşı nasıl bir savunma mekanizması geliştirdiğimizdir. Eğer karşı bir fikir veya mem geliştiremezsek o fikrin kölesi oluruz. Zaten bir fikrin kölesi olmak, sorgulayan ve araştıran bir akıl kuramına ters düşmektedir ve kitabın uyarı kısmında yer alan cümlelere uyup kitabı okumayı bıraktığımız yorumunu yapmak çok zor olmasa gerek.
Bölüm 3: Virüsler
“Diyelim ki, barın birindeki bir otomatik bir pikapta 11-u tuşlarına basınca çalan şarkının sözleri şöyledir: İstiyorsan bir şarkıyı, at bir tane daha bir beşlik, sonra tuşla 11-u’yu, işte sana müzik, müzik, müzik.” Aslında memlerin de dürtücü bir gücü olduğu aşikar. Beyin, dürtülere karşı koyamayıp, istenen tutumu sergilemesi bile virüs yüklenmesinin başarılı olduğu anlamına gelmektedir, değil mi? Virüs denince, genelde insanların aklına, sahip oldukları yetenek ve ilgilerine göre çeşitlilik gösteren imajlar gelmekte. Aslında, bu da hangi tür içgüdüler ve memler ile programlandığımız ile alakalıdır. Yazar, virüslerin yaşadığı evreni üç farklı grupta değerlendirmiş. İlk olarak, biyolojik evren – organizmalar, insanlar, bitkiler, hayvanlar vs. , bilgisayar evreni – ağ virüsleri gibi ve kitabın temelinde yatan kültürel evreni olarak sıralanabilir. Virüsler için yeterince yaygın ve yaşamlarını sürdürecek ortam sağlayan evrenler olarak ifade edilebilir. Peki, virüs diyoruz, yaşadıkları evrenleri tanımlıyoruz fakat virüs nedir? Yazara göre, virüs, dışarıdan kopyalama teçhizatını alıp kendini kopyalamakta kullanan şeydir. Gayet yalın ve net ifade olduğu kesin. Virüs ne anlama geldiğini anladığımıza göre virüsler hakkında genel bir bakış ile devam etmek istiyorum. Virüsler, aslında her ne kadar, fikir yayma amacı taşısa da, kendileri de aslında birer mem ile programlanmıştır. Yani, nüfuz et, yayıl, çoğal. Bu görevi yerine getirecek bir virüs için memin etkisi ciddi boyuttadır. Eğer memleri yerleşen bir virüs, bahsedilen emirleri yerine getirebiliyorsa, başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Tabii, başarı ölçütü niyete göre değişiklik gösterebilir.
Bir çıkarım yapmak gerekirse, virüse yüklenen sadece görev ve emirleri yerine getirmesi, bir bakış açısına veya sorgulama yeteneği olmaması fikri insana enjekte edildiğinde, insan tutum ve davranış değişikliğine gidiyorsa, insan da bu durumda bir virüs sayılmaz mı? Çünkü, o da bir emir altına girer, bakış açısı kaybolur fakat evrende kendine yer bulmaya devam eder ayrıca, memleri var olan hızıyla yaymaya devam eder.
Bölüm 4: Evrim
“Sanki insan beyni özellikle Darwin kuramını yanlış anlamak ve inanılması güç bulmak için tasarlamıştır.” Ön yargılar, düşünce sistemi önünde yer alan otomatik sistemler, önceden programlanmış olan ve empoze edilen toplumsal normlar, eğitiler bile yeterince bir fikre karşı çıkmamıza neden değil midir? Sorgusuz, sualsiz, araştırmadan bir fikri yerme amacı aslında kaybetme korkumuzdan ortaya çıktığını düşünüyorum. Çünkü, insan kaybetmeyi göze alamaz, aslında her bir kayıp büyük zaferlerin habercisi olduğunu unuturuz çoğu zaman. Fikirlere gerekli saygı ve özeni göstermediğimiz için iletişim zorluğu yaşıyoruz gayet normal. Ben bile bu kitabı okuyana kadar bazı önyargılarım vardır çünkü yüklü olduğum memler, beni “korku” ile tetikliyordu ve yeni bir fikre şans vermemin benim için karmaşa ve çelişkiye sürükleyeceğini söylüyordu. Zaten insan çelişkilerden rahatsız olur ve daima mutlak bir cevap arayışında değil midir? Darwin’e karşı olan önyargıları anlamak için aslında dogmatik düşünce sistemi örnek verilebilir. İnsanlara da hak vermek gerekir çünkü bir fikri doğru kodlayamayıp ve ya daha yalın ve doğru ifade edilmediği takdirde insanda iyi bir izlenim bırakmayacak ve insana hitap etmeyen şeyler daima sıkıcı bulunacağı için akılda kalıcılığı uzun süre olmayacaktır.
Konuya hakim olmamama rağmen kitap yeterince açıklayıcı olduğunu düşünüyorum. Kitaba göre, evrim, en genel manasıyla, her şeyin zamanla değişmesidir. Değişim, aslında tabiat yapısı, mevsimsel durumlar, biyolojik etkileşimler olarak ifade edilebilir. Tabii evrimleşme gerçekleşebilmesi için uygunluk gerekli olduğundan bahsedilir. Ayrıca, kopyalanan her şey daima çoğalmaya meyillidir ve genlerin açısından bakarsak, insanlar aslında birer gen üretiminde kullanılan bir vasıtadır. İnsan, bir aracı ise genlerimiz aslında bencil olduğu anlamını çıkartmak çok zor olmasa gerek.
Bölüm 5: Memlerin Evrimi
“Orduların işgaline direnebiliriz ama vakti gelmiş bir fikrin işgaline karşı koyamayız.” Fikirler o kadar güçlü ve etkilidir ki; karşı koymak oldukça güçtür. Çünkü, inanmışlık duygusu, ideolojiye sahip çıkma hevesi insanın fikrine olan sadakatini güçlendiren unsurlardır. Güçlü fikir kavramı denince aklıma V for Vandetta filminde, “Fikirler kurşun geçirmez” sözü gelmektedir. Çoğu zaman memler yani fikirler o kadar güçlüdür ki, üzerimizde bıraktığı etkiyle tutum ve davranış değişikliğine gitmemiz olası bir durumdur. Zaten, bilinçaltına kodlanan ve yerleşen memler değil midir fikirlerin daha geniş kitlelere ulaşan ve etkisini çoğaltan? Bu yüzdendir ki; memler de gelişen insan oğlu ile gelişmekte ve kendini yenileme ihtiyacı duyar. Çünkü, insanlar sahip oldukları memleri sorguladıkları andan itibaren fikirler eski gücünü muhafaza edememiştir. Bu durumda, memlerde evrimleşme sürecine girer. Tabii, gelişirken sahip olduğumuz çok inançların paradigmalarını kaydırması konusunda oldukça ısrarlı ve kararlı olduğunu söylemek doğru bir yaklaşım olacaktır.
Memlerin evrimini anlamak için kesin bir yargı ve bakış açısından söz edemeyiz. Çünkü, bakış açısı ve algı insandan insana değişiklik göstermektedir. Kitaba göre, buradaki olay çoğaltıcıların çoğaltma mekanizmasına göre uygun ortam yaratmaya çalışmak ve uygun ortam sağlandığında ona erişmeye çalıştığından bahsetmektedir. Daha öncede bahsettiğimiz gibi, fikirlerin ve toplumun evrimi bencil memlere göre şekil alır. Buradan çıkartılacak sonuç olarak, fikirler aslında toplum, konum, zaman tanımaz ve olabildiğince gücünü ortaya koyar ve daha fazla kitleye ulaşmaya çabalar. Ayrıca, Kültürümüzün genel ve geçerli parçaları mem kopyalamada en etkili olanlardır. Çünkü, zihinler arasında etkileşim yaşanırken, kültürün sahip olduğu güçlü yanları ön plana çıkartarak, mem kopyalama sürecini kolaylaştığını ifade edebiliriz. Yani, dominant ve fikir yayılımında daha önemli bir konuma yerleştiğimiz söylenebilir. Örnek olarak, Türklerin, Anadolu’ya gelmeden önce göçebe bir toplum olduğunu, birçok farklı kültür ile etkileşime girdiklerini ve çoğundan etkilendiğimizi söylemek son derece net. Zaten, İslam dininin kabulü de, Atalarımızın sahip olduğu gök tengri inancı ile örtüştüğü için Arap toplumunun kültürü etkisinde kaldığımız ve onların evrimleşmiş memlerini fazlasıyla etkili bulduğumuzu ve kabul ettiğimizi söyleyebiliriz. İnsanlar için tehlike, yiyecek ve seks ile alakalı memler daha önem ve dikkat ettiğimiz memlerdir ve diğer memlere göre yayılma hızı oldukça çarpıcı boyutta büyüktür. Sanırım, DNA’larda kodlanan ve evrim ile ortaya çıkan varoluşu sürdürme ve genlerin kopyalanma emri, insanları dürtmeye yeterince hevesli olduğunu düşünebiliriz.
Bu kadar etkili yayılma odaklı, bizimle yaşama hevesi olan bazı memlerin bir kısmı iyi ve ya kötü tutum sergilemeyen fakat yeterince etkili bir şekilde yayılmaya uygun olan bazı mem türlerinden bahsedebiliriz. Memlerin yayılması için en uygun ortamları sıralamak gerekirse, Gelenekler- memleri yaymak için güzel ortam sağlamaktadır. Memler çünkü fikir babalarıyla doğar, memlenen diğer insanlar tarafından yayılır ve ondan daha güçlü bir mem ortaya çıkana kadar varlıklarını sürdürmeye, evrimleşmeye devam eder. Bu yüzdendir ki; gelenekler zor ölürler. Etkili bir kanal olduğunu söylemekte sakınca görmüyorum. Evanjelizm- bir fikrin doğru veya yanlış olduğu sorgulanmadan olabildiğince fazla kitleye yayılması amacıyla ortaya çıkan bir ortamdır. Fakat, bazı güçlü memler ile korunan bir aklı yeni memler ile değiştirmek oldukça güç veya zaman gerektirir. Olası bir mağlubiyet veya mem yayılması sekteye uğraması durumu şaşırtıcı olmayacaktır. Bunlardan ilki olarak İnanç – fikirleri ve düşünceleri sabit olan insanın değerlerini değiştirmek imkansıza yakındır. Fakat paradigma kayması veya çelişki yaratmak, inançları sarsmak ve daha fazla kanalize olma şansı tanımaktadır. Tabii bu durum, niyete, amaca göre değişiklik göstermektedir. Şüphecilik –yeni bir memi direk sorgulamak ve yeni memlere karşı geliştirilen bir savunmadır. İnanç ile zıtlık gösterse de zihinde yarattığı tesir benzerdir. Aşinalık- çağrışım ve bilinirlik seviyesine göre belirli kalıplara girerler, aşina olduğumuz şeyler genelde daha çabuk yayılırlar aslında. Akla yatkınlık – insan zihni ve aklı ne kadar kolay bağdaştırıyor ve bağlantı kurabiliyorsa o memin yayılması oldukça hızlı olduğunu söyleyebiliriz.
Sonuç olarak, evrim bizi daha iyi bir dünyaya götüreceğini düşünsek bile, aslında bizi memler ve akıl virüsleriyle dolu dünyaya sürüklediğini düşünüyor, yazar. Fakat, genler veya memler bencil olduğunu düşündüğümüzde kendi iyiliği için bunu yaptığı çıkarımını yapmak kolay. Bu amaç uğruna, kendini devamlı evrimleştirmeye devam ettiğini, akıl ayırt etmeksizin yayılma hevesinde olduğunu ve insanları bir vasıta olarak kullandığını ifade edebiliriz.
Bölüm 6: Seks: Tüm evrimin kökü
“Bilim sekse benzer. Ondan zaman zaman faydalı bir şeyler çıktığı olur ama bilimi de seks gibi bunun için yapmıyoruz.” Aslında, yeterince çekici bir başlık galiba. Malum, insanların hassasiyeti olduğu konulardan biri olunca memlere karşı olan merak arttığını açıkça görebiliyoruz. Sözün bende çağrıştırdığı düşünce, Bilim adamları genel anlamda, hakikat ve mevcut derecede en iyi sonucu alma hevesini daima taşımaktadır. Fazlasıyla yorucu bir söz diye düşünüyorum.
Şöyle bir düşününce, biz gerçekten çok şanslıyız. Çünkü, doğru eşlerin buluşması sonucu ortaya çıkan atalarımızdan günümüze kadar ulaşabildik ve daha sonra hayata geldik. Binlerce kadın ve erkek zincirinden buralara gelen şanslı insanlar arasında kendimize şans vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Galiba, üreme ve çoğalma hissinden dolayı ve doğru eş bulma çabasından dolayı cinsel dürtülerimiz gerçek boyutta fazla olduğu zamanlar oluyor. Tabii, bunu kız ve ya erkek olarak sınıflandırmak acımasızca olacaktır. Yazara göre de, genetik evrimin neticesi olarak bireylerin cinsel cazibeleri gittikçe arttığını söyler. Aslında bir anlamda haklılık payı da var. Çünkü, insanlar karşısındaki insanı etkilemek için olumluyu vurgular, olumsuzu çıkarır ve üreme süreci daha hızlı ve tutarlı gerçekleşebilir.
Yazarın düşüncesine göre, “Memetik açından değerlendirilince bütün paradigmalar, ahlak yasaları, geleneksel tanrı ve haklarla ilgili düşünceler mem evriminin bir neticesidir. Mem evrimi ise, cinsellik çerçevesinde evrimleşen genetik eğilimlerimizle alakalıdır.” Bu fikirden yola çıkarsak, tehlike, seks ve yiyecek insanların mem paradigmalarını belirleyen kavramlar olduğu için aslında yukarıda bahsedilenler bir anlamda mantıklı bulduğumu söyleyebilirim. “Ayrıca, evrim sırasında, güçten zevk alan ve güce, egemenlik sıradüzeninin en üst seviyelerine aç erkekler bunun için daha fazla gayret göstermiş ve dolayısıyla daha fazla eş bulmuşlardır.” Yeterince mantıklı gözüküyor. Tarihte yüzlerce örneğini görmekteyiz. Savaşlarda güçlü olan ve zaferle dönen erkeklerin egemenlik ve sahip oldukları karizma olgusu, karşı cinsin güce ve olgunluğa olan hissiyatını etkilemiş ve onları eş olarak belirlemesine yardımcı olmuştur diye düşünüyorum. Her ne kadar kadınlar güçlü ve egemen tutumuna sahip olan erkeklere karşı özel hissiyata sahip olsa da, medenileştiren gücünü asla inkar edemeyiz. Yani, kadınların sahip olduğu genler seçici olmasından dolayı, erkekler arasındaki rekabet artmış ve erkekler bireysel olarak evrimleşme ve yaymak üzere programlandıkları memlerin de evrimleşmesine yardımcı olmuştur diye düşünüyorum.
Hoş, karşı cinse ulaşmak, egemen olmak hırsından dolayı oluşan duygular kişilerin evrimleşme sürecinde kişilerle birlikte değişim göstermiş, çoğu zaman kişiler bazı stratejiler geliştirerek etkileme amacıyla dürtülenmişlerdir. Bu dürtüler sonucunda insanlar karşısındakini etkilemek için rol yapma yolunu seçtikleri de söylenebilir. Kısaca, insanların karşısındakini etkilemek için kendini göstermek yerine yeni bir karakter yaratması, ve kadınların bunları keşfetmesi uzun bir evrimleşmesi sonucu olduğu söylenir. Bu evrim süreci, aslında bazı memlerin de habercisi olmuştur. “Güvensizlik” malum bu durumda eşlerin güveni az olduğunda kişilerin genlerini ve genlerin de memleri yayma potansiyeli düşecek ve memlerin yaşama süresi azalacaktır. Bu durum, Evanjelist yapıya sahip memlerin çalışma prensibine ters düşecek ve genler dürtüleme üzerine evrimleşmeye devam edeceğini düşünüyorum.
Bölüm 7: Hayatta Kalma ve Korku
“Şimdi varoluş çabasının ayrıntılarına girelim.” Yazar, kitabın temelini oluşturan fikrin babası ile kendi fikrini hayatta kalma ile varoluş çabasını bağdaştırmaya çalıştığını görmekteyiz. Tabii, hayatta kalmak için farkında olduğumuz veya olmadığımız yani daha önce tecrübe etmediğimiz korkularla yüzleşmek zorunda kalabiliriz. Mesela, tarih öncesi, avcı statüsünde mağaraya giren bir kişinin potansiyel av olma ihtimali bile korkuyu tanımlayan unsurlardandır. Bir anlamda tehlike demek, sonunda yüzleşeceğimiz bir cezalandırma olaraktan da ifade edebiliriz. Çünkü, tehlikenin oluşturduğu risk bile aslında korku memini güçlendirir ve kişiyi dürtüler.
Tabii, korku demek sadece yaşanan bir olay karşısında ve ya tehlike durumunda sahip olduğumuz duygularla sabit değildir. Yani, illaki korkmak için fiziksel bir şiddet olması gerekmez. Bazı memler vardır ki; paradigmalarımızda önemli olan kavramları dürtecek memler tarafından kontrol edilir. Mesela, çocuklara yardım; hangimiz çocuklara karşı dayanabiliriz? Hele onları koruma ve kollama hissi, iyi olup olmadığı endişesi bile bizi tetikleyen memdir. Örneğin, lösemili çocukların durumu güzel bir örnektir. Yakalandıkları amansız hastalık karşısında kurtuluşu tedavi sürecine bağlı olan ve gerekli yardım toplanmadığı takdirde, kayıpların yaşanabileceği düşüncesi bile insanda endişe yaratacak güçtedir. Endişe, günümüzde kullanılan modern “korku” olarak ifade edebiliriz bence. Irkçılık, günümüzde eskisi olduğu kadar yaygın olmasa da görülmektedir. Özellikle, siyahi futbolculara karşı İtalya’da yapılan çirkin yakıştırmalar da bu tetikçi korku memlerine örnek gösterilebilir. Irkçı memler tarafından taciz edilen siyahi futbolcunun psikolojisini bir düşünün. Ne kadar ağır değil mi? Diğer bir konu ise, elitizm de korku ile bağlantılı olması şaşırtıcı değildir çünkü insanlar dışlanmak, statüsünü kaybetmekten oldukça çekinirler. Bu durumlarda, genelde korku memleri tarafından dürtülürler. Girdikleri çevredeki insanların tutum ve davranışları da, kişideki korku memlerini tetikleyen bir nedendir.
Varoluş ve korkudan bahsederken, bazen yaptığımız seçimler bile aslında bir kumardır. Çünkü, toplumda varoluşu hızlandırmak ve kanıtlama sürecindeki gelişmelerde hız sağlamak ve süreci kısaltmak için bazı hamleler yaparız fakat çoğu zaman risklerin ortaya çıkıyor olması bizi tedirgin eder. Tabii, bazı zamanlar, garantici hamleler adına kazandırma ihtimali az fakat girişime fazla değer veren hamleler yaparız. Bazen de, denenmemiş yoldan gitmek, önsezilerimizle hareket etmek gibi hamlelere başvururuz. Hepsi aslında eşit risk taşır fakat riskin tehlikeye gelişmesi tamimiyle şartlar ile alakalıdır. Herhangi bir hamle her zaman olumlu sonuç sunacağını beklememeliyiz. Her risk tehlike taşır. Her tehlikede insanlarda endişe memini tetikler. –Tedirginlik, endişe, korku. Devamlı evrimleşen ve günlük hayat şartlarına göre kendini yeniden tanımlayan kavramlar.
İnsan hayatı boyunca, bazı şehir efsaneleri adı altında, aslında hiçbir dayanağı olmayan tamamen kulaktan doğma akıl virüsleri ile tehdit altındadır. Bu virüsler, insanı mutsuzluğa ve tutum değişikliğine kadar sürükler. Daha anlaşılır bir şekilde, takıntılar olarak ifade edebiliriz. Bu akıl virüslerine “Batıl inançlar” isimlendirebiliriz. Batıl inançlar öyle etkili memlerdir ki; insanlardaki korku duygusuna direk nüfuz eder ve işleyişini değiştirebilir. Günümüzde de oldukça yaygındır. Ülkemizde, üfürdüğü nefesiyle tedavi ettiğine inanılan insanlar, çeşitli sözler söyleyerek metafizik dünyasına erişim sağladığını ve diğer boyutlarla iletişime geçtiğini iddia eden insanlardan söz edebiliriz. Bu insanların yaydıkları memler, insanı tedirgin edecek kadar güçlüdür ve insan o memlere karşı kayıtsız kalır ve sorgulamadan aklına davet eder. Ne yazık ki; bu konuda yeterince insanları bilgilendirme yoluna gidilmiyor. Tabii, korku, korku.. bir duygu yoğunluğu ve ilacı olmayan hastalık gibi bahsettik. Korkuyu aşmanın yolu yok mu? Elbette, var. Otomatik sistem yerine düşünce sistemini geliştirmeli ve yazara göre; açı, mantıklı düşünce ve plana göre ilerlemek hayatta başarılı olmak için çok önemli araçtır.
Bölüm 8: Nasıl Programlandık?
“Bu dünyada iki tip insan vardır: Odaya girip Televizyonu açanlar ve odaya girip Televizyonu kapatanlar.” Çoğu için bir hapis, çoğu için kutsal kutu, çoğu için eğlence.. Algıdan algıya değişkenlik gösterebilir. Sonuçta, günlük hayatta önemli yere sahip olduğunu inkar etmemiz komik olur. Günümüzde, TV’nin mesaja maruz bıraktığının farkında olan birçok kitle galiba odaya girip kapatanlar ve diğerlerinin de etkilenmesini engelleyen kesim olarak ifade edilebilir mi? Ne dersiniz? Bence evet. Çünkü kendini doğru memler ile donatan insanların genelde bu tarz akıl virüsleri dolu olan Dünya’ya risk almaya gidecek kadar kendinden vazgeçtiğini söyleyemeyiz. Bende bıraktığı izlenim bu yönde. Tekrar etmekte fayda var. Algısal farklılıklar, algının seçiciliği ve yaşanan tecrübelere göre çeşitlilik gösterir.
Nasıl programlandık? Memler ve genetiğe karşı gelmek ve onları yönetmeye yönelik bir yaklaşım izlenmeli sanırım. İnsanlar genelde, memlere karşı bağışıklık sistemi yoktur. Çünkü memler o kadar sinsidir ki; “memler bizim iznimiz olmadan zihinlerimize girerler. Zihinsel programlanmamızın parçası haline gelir ve biz farkında olmadan hayatımızı etkiler.” Peki, bu sinsi fikir bombaları nasıl aklımızda hasarlara yol açar ? Yazara göre, 3 şekildedir. Şartlanma – tekrarlamadır. En güzel örnek, seçim zamanında birçok farklı mecradan duyduğumuz seçim müzikleri olabilir, TV’de duyduğumuz reklam jinglelarıdır vs. Vs. Demek ki; yazının başında belirttiğim gibi TV kapatanlardan olacak kadar kendimi yetiştirememişim. İkinci olarak, bilişsel uyumsuzluk ise çok çoğu zihnimizde oluşan bir konuda mantıksızlık varsa zihnimiz bir mantık çerçevesine uydurmaya çalışır.
Bu durumda, yüzlerce farklı fikir türetiriz ve aklımızda daha fazla yer edinmeye başlar. Son olarak ise, Truva atlarıdır. Günümüzde, oldukça yaygın olan ve tamamıyla bilinçaltı oynanan bir oyun olarak ifade edebiliriz. Ne kadar masum görünseler de, bu memler aslında içinde görünmeyen gizli mesaj parçaları ile bizim savunma mekanizmamızı aşarlar. Yakın zamanda gördüğüm en net örnek olarak, Kurtlar Vadisi’nde rastladım. Kilise ziyaretinde bulunan, yuvarlak çerçeveli gözlüklü bir adam ve elinde sarı bir gül tutuyor olmasıydı. Buradan verdikleri mesaj, seçim yaklaşırken, parti lideri ve büyükşehir belediyesi başkan adayını bilinçaltı mesajlar ile karalamak olduğu çok açıktır. Bu tarz Truva atlarına karşı kendimizi eğitmeli ve dikkat etmeliyiz. Çünkü, günde milyonlarca farklı mesajlara maruz kalıyoruz ve birçoğunun gizli mesajını fark etmiyoruz bile. Özetle, bize soru soran reklamlara veya propagandalara karşı dikkatli olmak gerekir. Çünkü bunlar zihinlerde yeni bir mem yaratmalarına veya bir memi kuvvetlendirmelerine sebep olur. Gerektiği kadar doğru soru sorularak bir insanın inanç sistemi ve paradigmasında kayma yaratabilir ve hatta tutum ve davranış değişikliklerine bile yol açabilir.
Aslında, akıl virüsleri ve memlerin çalışma prensibi benzerlik göstermekte. Devamlı tekrar, çelişkiler ve şartlanmalar sonucunda kendini kabul ettirip yayılmaya başlarlar ve diğer insanlara bulaşarak çoğalırlar. Bu kadar farklı mesajlara maruz kalan insanlar, bazen iyi memler ile kötü memlerin ayrımını yapmakta zorlanabiliyor. Evrim, bu konuda insanları savunacak olsa ne tür bir tutum sergilerdi? Yoksa onlarda akıl virüslerine kapılıp insanları virüslerle mi donatırdı? Bilemiyorum.
Bölüm 9: Kültürel Virüsler
“Toplum, her yerde, üyelerinin her birinin insanlığına karşı bir komplodur. Toplum, bir anonim şirkettir ve üyeleri, her hissedarın ekmeğini daha iyi emniyete almak için yiyicinin özgürlüğünden ve kültüründen feragatini kabul etmektedir. En çok aranan meziyet uyumdur.” Toplumsal normlar ve dürtü memlerini kabul ettiğimiz an kişisel özgürlüğümüze veda ettiğimiz bir gerçek. Fakat, sosyal baskı ve etki insanı ne kadar ciddi boyutta şeffaflaştırıyor orası ayrı. Her toplum, kendi davranış ve tutum setleri ile donattığı örgütlerini kişilere empoze ederken çeşitli yollar dener ve başarı oranı toplumun genel yapısı, kökeni ve sadakat ile doğru orantılı ilerlemektedir. Tabii, toplumun temelini oluşturan kültürler de aslında evrilir ve daha fazla kitleye ulaşmak için kendini yenilemeye devam ederler. Amaçları tektir, kendi fikirlerini daha fazla kitleye ulaştırmak değil mi? Tarihte bu durumu fazlasıyla görmek şaşırtıcı değildir ama.
Mesela, Moğolların Orta Asya’da yapmış oldukları akımlar ve işgal ettikleri topraklarda virüslerini yayma etkisi olarak gösterilebilir. Yaydıkları fikir o kadar güçlüydü ki; günümüze kadar evrim geçirmiş, etkisini sürdürmeye devam etmektedir ve evrimini sürdürmeye devam ediyor. Konumuza dönecek olursak, günümüzde virüs yayılması fikri, şekil değiştirdiğini söyleyebiliriz. Eskiden, kılıç, top, tüfek ve kan ile fikir yayılırken şimdi ise, psikolojik olarak fikir yaymak yaygınlaşmıştır. En modern şekli ile, sosyal medya, televizyon, yazılı basın olsun birçok farklı mecrada fikirler yayılmaya ve bilinçaltını etkilemeye devam ettiğini söylemek oldukça kolay. Tabii, bu kadar mecra ve reklamların yaymış oldukları yüzlerce akıl virüsü hayatımızı işgal ederken, dur diyebilmek zor değil. Kültürel yozlaşmanın çoğaldığı şu günlerde sorumlu olan akıl virüslerini alt etmek istiyorsak nasıl programlandığımızı bilmeli, bizi yönlendirecek memleri bilinçli olarak benimsememeliyiz. –Yazar, bir anlamda memleri anlamanız gerekiyor, memleri anlamak için bu kitabı alın ve okuyun mesajını bilinç altımıza hediye ediyor muhtemelen. Her neyse, günümüzde, reklamcılar ürünlerini satmak için her yolu denediği aşikar. Yakın geçmişte, hard-cell dediğimiz, mesajın net ve direk ürün odaklı olan bir markalama stratejisi izlenirken, günümüzde ise bunu daha çok soft-cell denen duygu yüklü ve markaya anlam yükleme ile kitle ve marka bağlığını arttırma memi oluşturulduğunu gözlemliyoruz. Yazara göre “reklamcılar insanları ürünle karşılaştıklarında kendilerini iyi hissettirmek ve dikkat etmek üzere programlamak istiyor.” Sözünden anlayacağımız gibi, reklamcıların kitle ile marka arasında bir bağ kurmak ve markaya olan sadakati arttırma çabasında olduğunu görmekteyiz. Fazlasıyla etkili kullandıklarını da söylemekte sakınca görmüyorum şahsen bir reklamcı adayı olarak.
Diğer bir mecra olan gazetecilikten bahsetmekte fayda var. Kültürel virüslerin en etkili şekilde yaymak için kullanılan diğer bir mecra olan gazetelerin genelde gerçek ve doğru haber verdikleri memini yaymaya çalışmaları biraz ironi durum aslında. Çünkü, tarafsız olma hedefi benimsese bile hedef kitle bakımından yeteri seviyeye ulaşamaz, mevcut hükümet tarafından boykot bile edilme tehlikesi var. Bu durumda, etkisini yitirir ve önem kaybeder. Bu yüzden midir, bilinmez fakat gazeteler çoğu zaman akla hayale sığmayan senaryolar üretip haber yapmakta ve ciddi tirajlar elde ettiklerini söyleyebiliriz. Yazara göre de, gerçeklik bir seçici mem değildir sözü olayın özeti olarak düşünülebilir. Her neyse, özellikle spor gazetelerindeki yayımlanan transfer haberleri olsun, seçimler öncesi yayımlanan anket ve beklentileri gerçek gibi gösterip aslında bir anlamda mem yaymaya çalışır ve kitle üzerinde etki bırakırlar. Tabii, gerçeklikten koptukça ve kitle kaygısı tarafsızlık ilkesine ters düştüğünü söyleyebiliriz belki de.
Bu kadar mecra varken ve etkisi olduğuna inandıran bir mem yayılmasına vasıta oldum sanırım. İşte bu olay bu kadar bilinçaltı oluşan bu olayları yönetmekte ciddi bir güç ister. Yakın zamanda, olan belediye seçimlerinde liderlerin, kullandıkları etkileyici memler seçimlerin seyrini değiştirmekte, kriz yönetimini etkili şekilde yönlendirme de etkili olduğunu bugün öğrenmiş olduk. Kitlelerin sahip oldukları paradigmaları mem ile desteklenen, etkili memler ile yönlendirilmesi olaraktan tanımlanabilir.
Tekrar etmekte fayda var, kişilerin inanç sistemi ne kadar sağlam olsa da, çelişki ve tekrarlama kuramları ile kişilerin paradigmalarında kayma ve virüse karşı savunmasız bırakma şansımız olduğu aşikar.
Bölüm 10: Dinin Memetiki
“Ben İsa’nızı seviyorum, Hristiyanlığınızı sevmiyorum. Sizin Hristiyanlığınız İsa’nıza hiç benzemiyor.” Gandi bu sözüyle aslında kültürel memlerin yani fikirlerin aslında ilk çıktığından itibaren evrimleştiğini ama aslına sadık olamadığını belirtmiş olabilir. Çünkü dinler aslında kültürel düzeni sağlamak için önemli bir kavramdır. Fakat, mem olgusu yönetilmeye başladığından itibaren, kişilerin değer dizelerini etkilemekte ve değiştirmektedir. Bunun en güzel örneği 16. Yüzyıl Hristiyan dünyasında görmekteyiz. Çünkü, kilise tarafından baskı altına alınan insanlara, bir çeşit memler yayılmaya çalışılmış, fakat dinin dünyaya gelme amacından sapmıştır. Dünyanın kare olduğunu iddia eden kiliseye karşı çıkan ve dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen bilim adamının öldürülmesi gibi. Din konusunda, özellikle tehlike dürtüsünün de etkisiyle dine karşı ayrı bir hassasiyet gösteren insanoğlu, bu tarz olaylara göz yumması da dönemin mem yayan kişinin liderlik özelliklerinden birisi olaraktan ifade edilebilir.
Yazar, “Etrafımızdaki dünyayı anlamak için muazzam bir açlık duyarız. Dünya basit ve daha ziyade ödül ve tehlikelerden oluşuyorken bu çok faydalı bir şeydi. Fakat mem toplumlarındaki bizler devamlı surette hiçbir anlamı olmayan şeyleri anlamlandırmaya çalışıyoruz.” Diyerek aslında toplumlarda sahip olunan mem setlerine kanalize olduğumuzu sorgulamak yerine direk kabul ettiğimizi bu da bizi diğer olası memlere karşı açık hedef haline geldiğimizi ifade etmekte. Fakat, inanç mantık çerçevesinde sorgulandığı zaman kişisel olaraktan birçok soruma cevap verdiğine inanıyorum. Çünkü benim mem donanımım böyle olmam gerektiği konusunda beni dürtülüyor. Dini inancım konusunda sabit memler ile yetinmeyip birçok farklı kaynaktan inancım hakkında derinleşme çabamı da kişisel olarak takdir ediyorum.
Tekrar karşımıza çıkan memlerin aklımızda yer almasına neden olan mem faktörlerini sıralamak gerekirse geleneklerimiz, akla yatkınlık, evanjalizm, tekrarlama, emniyet, kriz olarak sıralayabiliriz. Bu kadar faktör sunan toplumların memleri yaymada ciddi boyutta başarılı olduğu da aşikar. Devamlı geri çağırımda bulunduğumuz kavramların etkisini daha uzun sürelere muhafaza etmekte ve mevcut gelenekler ile sahip olduğumuz memleri de desteklediğimizi söyleyebiliriz.
Son olarak, “Tanrı inancı iyi sonuçlara yol açmasının sebeplerinden biri de şudur ki; insanlar hayatlarının bir amacı olduğuna inandıkları zaman aksi taktirde yapamayacakları şeyleri başarabiliyorlar.” Çünkü inancıma göre, sonunda cennet ile ödüllendirilme olduğu için ona layık olmaya çalışan biri olma hissiyatı bu sözü doğrular nitelikte. Tabii, bu durum sadece İslam dini ile değil bütün inanç kavramları için geçerli olduğunu söylemekte fayda var.
Bölüm 11: Tasarımcı Virüsler (Bir Kült Nasıl Başlatılır?)
“Bir parça toprağın etrafını çevirerek “Burası benim” diyen ve ona inanacak kadar saf insanlar bulan ilk insan, sivil toplumun asıl kurucusudur.” Fazlasıyla acımasızca bir söz gibi görünse de, bir manada haklılık payı var. Çünkü bu Dünya’da geçici olduğumuz gerçeği var ve hiç bir zaman sanki hiç ölmeyecek gibi sahiplilik hissini taşıyor olmamız içgüdüseldir diye düşünüyorum. Çünkü Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini göz önünde bulundurursak güvende olduğumuz zaman daha yaşamımızı sürdürebilir, üreyebilir ve fikirlerin yayılmasında etkili olabiliriz. Büyük ihtimalle, Jean- Jacques Rousseau bunu sorguluyor bir anlamda.
Sorgulama, yeniden değerlendirme hissiyatımız sayesinde memlerin kontrolü bize geçmeye başladığını düşünebilir ve kendi memlerimizi tasarlamaya başladığımızı müjdeliyor, yazar. Memlerin tasarımı ve yönetimi bize geçtiğine göre memlerde kar bile etmemiz olası. Çünkü ortaya atılan bir mem etkili olursa kişileri kendi safımıza çekmek oldukça kolay. Yazar da bu fikri “başarılı bir virüsün püf noktası yeni insanlara öğretmek veya onları üye yapmaktır” sözüyle destekliyor. Durum böyle olunca, günümüzde bir çok kurum ve enstitüler dışında şirketlerde çeşitli stratejik memler geliştirmekte ve gücünü ortaya koymakta, diğer şirketlerde taklit ederek şirketin hedef kitlesinden pay almaya çalışmakta ortaya sürülüyor.
Bu konuda, Apple firması iyi bir örnek. Neden mi? Sadelik, kolay kullanım ve elit hedef kitle stratejisi oldukça başarılı olmuş ve rakipleri olan Koreliler tarafından taklit edilmeye başlanmıştır. Özellikle, İPhone akıllı telefonun piyasaya sürülmesiyle oluşan ciddi talep karşısında birçok firma uzun dönem stratejilerini gözden geçirmek ve evrim geçirmek zorunda kalmıştır. Şuan piyasaya baktığımızda, tuşlu telefonlardan, dokunmatik cihazlara yönelim artmış ve yeni trend başlamıştır. Apple, yaymış olduğu memler hem hedef kitlesinin hem de rakip mem yayıcıların paradigmalarını değiştirecek kadar kanalize olma başarısını göstermiştir.
Oldukça etkileyici değil mi? Söz Apple firmasından açılmışken, “İnsanları bir inanç sistemine bağladığınızda ve fikirlerini değiştirmelerine engel olduğunuzda onların hayat ve enerjilerini verimli bir şekilde kullanabilirsiniz. Buna da bir evanjelizmi eklerseniz bir amaca ulaşmak için insanların hayatlarını kullanarak kendi kendini yayan bir güç virüsü yayabilirsiniz.” Yazarın sözlerinden de anlaşılacağı üzere Apple, bu konuda oldukça başarılı firma olduğunu söylemek kolay. Çünkü firmanın yaydığı “statü sahibi ol” ve “Farklı düşün” memi o kadar etkili olmuştur ki; diğer insanlar da bu statüye sahip olmak için Apple ürünlerini tercih etmeye başlamıştır. Böylece, firma reklam ihtiyacı olmadan, Word of mount yani dilden dile yayılan, kitlelerin sahip olduğu fikirler ile daha fazla kitleye ulaştığını gözlemlemek kolay. Yazarın bu fikrini kendi ülkemizden bir örnek ile desteklemek gerekirse, Apple, Türkiye’de reklam vermemesine rağmen reklam veren firmalara kıyasla daha fazla ürün satmaktadır. Ne kadar başarılı bir virüs ve çevreye bulaşan fikirler.. Gerçekten muazzam.
Bölüm 12: Virüslerden Arınma
“Keşke dehasını, iyilik güzellik için kullansa..” Her birey çeşitli donanımlara sahip olarak dünyaya gelir ve yapmış olduğu hamleler sonucunda var olan düzende bazı değişimlere sebep olur. Çoğu zaman iyi olarak hatırlanır çoğu zaman da kötü. Bu tamamıyla algı ile alakalı konulardır aslında. Deha olduğunu düşündüğümüz bir fikir sahibi bireyin kendini olumlu işlere ve memlerin evrim sürecinde faydalı bir iş yaptığını hissetmemiz halinde o kişileri daima iyi andığımız gerçeğini değiştirmiyor. Fakat, bu başlıkta yazar çok çoğu virüslere atıfta bulunarak, dehası ile övünen virüsün aslında bizi iyi bir memetik evrene götürmediği ve aslında bizi mutsuzluğa sürüklediğini daha öncede ifade etmişti. Bu kadar bencil ve sadece yayılma odaklı olan ve nüfuz etkisi büyük olan bu kavramın olumlu işler yapması acaba evrim için olumlu bir yaklaşım olmaz mıydı? Merak ettiğim bir diğer konu ise, bu kadar bencilce davranan genlerin biraz daha iyi niyet taşıma konusunda evrimleşmesi halinde güçlü zihinlere daha kolay kanalize olmasını ve hem kendi hem de kişilere olumlu etki yaratması iyi olmaz mıydı acaba? Tartışılır.
Toplum olarak sahip olduğumuz memler yüklü norm setleri sorgulama ve düşünme yollarını tıkıyor gibi gözükse de, hayata farklı perspektiflerden bakma yolu ile er yada geç gerçekliğe dair sorgulamadan kabul ettiği inançların aslında birer kendi zihnimizde oluşturduğumuz birer icat olduğunu göreceğimizi savunuyor diyor ve ekliyor zihinlerimiz bu kadar memler ve akıl virüsleri ile dolu iken hayatta yapmak istediklerimiz hakkında yeterince enerjiye sahip olamayabiliriz. Bunun neticesinde, virüslerin etkisini azaltma çabasına giriştiğimiz takdirde ve yol kat etmek halinde bizi olumlu yönde dürtükleyeceğini düşünmeden edemiyorum. Neticede, insanlara ne düşünmesi gerektiği yerine nasıl düşünmesi gerektiğini öğretmek bile virüslere karşı alınan tedbirlerden biridir. Özellikle, çocukların bu konudaki tecrübesizliğini göz önünde bulundurursak, insanlara bu eğitimi, varoluş hissiyatına eriştiği andan itibaren dürtülemek izlenmesi gereken yol olarak görüldüğünü düşünmeye başladım.
Virüslerden tam anlamıyla temizlenemeyiz çünkü zihnimize kazınmış ve yer etmiş bazı olguları değiştirmek oldukça zor. Bir başka deyişle kemikleştiğini düşünürsek, biraz karamsar tablo çizebiliriz. Ama en azından, bir çaba gösterebiliriz ama değil mi?
Hissiyatlar, düşünceler, fikirler ve algılar hepsi kişiden kişiye fark gösteren kavramlar.. Sonuç olarak, asıl amaca hizmet etsin veya etmesin, fark etmez. Önemli olan bıraktığı izlenimdir.
Comments